KIRAN DA OLSA KIRIL DÜŞ FAKAT EĞİLME SAKIN

5 Mart 2010 Cuma

Postmodernizm neyin kültürü

       Postmodernizmin neyin kültürü ve ideolojisi olduğunu kavramak için ne tür ekonomik özelliğin onu ortaya çıkardığını ve bu ekonomik özelliğin niteliğini görmek gerekir.
      1870’li yıllarda İngiliz ressam ve sanat kritiği John Watkins Chapman, sözcüğü ilk kullanan kişilerden biri olarak karşımıza çıkıyor.1 J.W. Chapman, Fransa’da ortaya çıkan izlenimci resim akımından daha modern, daha doğrusu avangard konumunda gördüğü resimleri postmodern olarak nitelemiş. Yani kendinden önceki kültürü yadsıyan, öncekinin önünde, ötesinde olduğunu öne çıkaran kültürü postmodern olarak nitelemiş.
       Sözcüğün ilk kullanıldığı dönem olan XIX. yüzyılın son çeyreği, aynı zamanda büyük çapta kapitalist girişimlerin arttığı ve serbest rekabetin yerini tekele bırakmaya başladığı dönemdir. Bu dönemin başlangıcı 1873 uluslararası sanayi bunalımıdır.2 Modern tekellerle birlikte sözcük artık tekel sisteminin ihtiyaçlarını karşılar nitelikte gelişmeye başlayacaktır.
       P.Drucker’de bu dönemle birlikte liberal çağın sonuna laissez-ferire’in egemen siyasi inanç olduğu dönemin sonuna gelindiğine işaret ediyor.3 Yani serbest ticaret çağının sonuna gelinmiş.
      Arnold Toynbee ise belirleyici ekonomik özelliği tekeller olan, 19. yüzyılın son çeyreğinde başlayan ve postmodern olarak adlandırdığı bu dönemi, Batı uygarlığının büyük savaşlar, devrimler ve karmaşa dönemini de içeren iç kapayıcı yeni bir tarih kesiti olarak nitelendiriyor.4 Görüldüğü gibi dönem hem iç kapayıcı hem de modern ötesi yani postmoderndir.
        Burada belirtmeden geçemeyeceğimiz Toynbee’nin devrimler ve karmaşa dönemi olarak ifade ettiği tarih kesitinde, kısa zamanda özel çıkar sistemiyle uzlaşan ve hiç durmamacasına yorulmadan onun için çalışmaya başlayan Kilise de 1873 bunalımının hemen öncesinde toplumsal sorunların büyüklüğünden olsa gerek sisteme uyum çağrılarıyla konsil toplamıştır.5 Değil midir ki kilise bu günler için korunmuştur. Öyleyse özel çıkar sisteminin kenarlarına sürülen ya da onunla uzlaşmazlığa düşen bireyleri yanlış düşüncelerinden kurtarmak için dinin dayanak ve alet olarak göreve çağrılması gerekir. Papa, sistemin denetiminde tam yetkiyle tekele evrilen kapitalizmin çıkarını koruyan ruhani olarak karşımıza çıkar.
        Toynbee’nin tarihi anlamlıdır fakat Avrupa için yeni kapitalizmin eskisinin yerini kesinlikle alması 20. yüzyıl başında 6 gerçekleşecektir. Tekel bu dönemde artık ekonomik yaşamın temeli haline gelmiş, kapitalizm emperyalizme dönüşmüştür. Böylece dünya, rakiplerin her türlü rekabet olanaklarının yok edilmeye çalışıldığı ekonomik önem taşıyan topraklar için savaşılan bir alan haline gelmiştir. Dönem tam egemenlik dönemidir. Virginia Woolf, bu dönemin 1910’lu yılları için bütün insan ilişkilerindeki değişmeyle birlikte din, hal ve davranış, politika ve edebiyatta da değişmeler olacağını belirtiyor.7 İşte postmodern sözcüğü ilk olarak Avrupa’da bu dönemin daha başlangıcında, kapitalizmin duvara dayandığı büyük bunalım döneminde, tekellerin doğuşuyla birlikte ortaya çıkarak gelişmeye başlıyor. Yani özel çıkar sisteminin nitelik değişimini de yansıtan bunalımının doğurduğu bir sözcük olarak karşımıza çıkıyor.
       Rudolf Pannwitz’de Birinci Dünya Savaşı yıllarında yazdığı bir kitapta Avrupa’nın hümanist değerlerinin çöküşü anlamında postmodern kavramını kullanmış ve Nietzsche’ye gönderme yaparak egemen kültürün postmodern insan yarattığından söz etmiştir. Bu postmodern kültürün ise militarist, şoven, seçkinci değerlere sahip olarak aynı zamanda Avrupa kültüründe kesin bir kopuşu ifade ettiğini belirtiyor.8
      Yine Birinci Dünya Savaşı yıllarında Oswald Spengler, Batının Çöküşü adlı denemesinde batı uygarlığının ve egemen değerlerinin bir sona ulaşmakta olduğunu belirtiyor.9 Toplumu bir arada tutan bağlar ve gelenekler çözülmekte, düşünce ve kültür bütünlüğüyle birlikte yaşam dayanışmaları dağılmakta,10 bencillik ve hiççilik birbirini besleyerek gelişmektedir.
        Sözcük, kapitalist sistemin nitelik değişimiyle bağıntılı olarak ortaya çıkan sorunları karşılayan, yeni oluşan değerleri haklılaştırarak yansıtan kültürel ve ideolojik bir niteleme olarak ilk ortaya çıktığı andan itibaren birçok kişi tarafından kullanılmıştır. Görüldüğü gibi tekelci sistemle andaş olan bu sözcük, bu sistem yani emperyalizm, mahv ve nabut olmadığı ölçüde de kullanılacaktır.
        Tekel çağı, adı üstünde üretim ilişkilerinin hakimi olan tekelcilerin çağıdır. Öyleyse hakimler, sistemlerindeki asalaklaşmayı, toplumlarının ve dünyanın diğer milletlerinin çıkarı olarak benimseterek gerçeği de tekellerine almaya çalışacaklardır. Emperyalizmin geniş sömürgelere sahip olma ve dünya pazarını tekel altına alma özelliği 11 dolayısıyla da bu bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor. Gerçek artık böylece postmodernizm için tekel karşıtı modern çağın kötülükleriyle mücadele haline gelir. Talepler öncelikle insan hakları!dır, özgürlük! ve demokrasi!dir. Bu yönelişin gereği olarak da modern milli devlet ya da sınırları olan herhangi bir şey, kurumlarıyla ve piyasasıyla kendini buna uydurmalı, giderek yok olmalıdır.
       İspanyol yazar Frederico De Onis’de 1934’te sözcüğü, modernizme karşı ve modernizmin içindeki bir tepkiyi tanımlamak amacıyla kullanıyor. 12
        Biliyoruz ki modern, ortaçağdan her alanda kopuşla kendini gösterirken milli devletin kurulmasını da içeriyordu. Modernizm ise batıda donmuş, yerleşmiş bu devletin serbest ticaret çağının kültürü olarak karşımıza çıkıyor. Modernizm oluşurken ne tür değişimlerden geçerse geçsin milli olarak nitelenen devlet tarafından denetlenen bir piyasanın kültürünü ifade ettiğine göre postmodernizmin bir Turuva atı olarak tepkisinin nereye yöneldiği çok açıktır. Bu yönelişi biz II. Dünya Savası sonrasında ABD hür! Dünyanın hakimi olarak ortaya çıktığında postmodern kültürünün kullandığı kavramlara yansıdığı biçimiyle daha açık olarak görüyoruz.
        Daha İkinci Dünya Savaşı bitmeden ABD tarafından ‘dünyanın nasıl organize edileceği’ sorusu sorulmaya başlanmıştır.13 Yine bu dönemde, günümüzdeki ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ni hatırlatan ‘Büyük Bölge Planlaması’ ya da kendi deyimleriyle “dünyanın kontrolü için stratejik olarak gerekli olan” bölgenin 14 yani Ortadoğu’nun planlaması yapılmıştır. Plan milli olan her şeye karşı çıkar. Bu doğrultuda 1953’de petrol şirketlerini millileştiren Musaddık hükümetini devirir. Postmodernizmin de esas olarak İkinci Dünya savaşı yıllarının sonundan itibaren kapitalizmin sözde altın çağında, şekillenen bir bilincin ürünü 15 olduğu işte bu yeni gelişmelere bağlı olarak kabul ediliyor. Daha doğrusu postmodernizm artık kapitalist emperyalizmin yeni merkezi olan ABD’nin öncülüğünde biçimlendirilmeye çalışılan yeni dünya düzeninin kültürünü ifade etmeye başlıyor.
        ABD, II. Dünya Savaşı sonrasında gelişmişlik ve etki alanları açısından kapitalist bloğun hakimi olarak ortaya çıkmıştı. ABD Devlet bakanı politik işler yardımcısı Eugene V. Rostov, “İkinci Dünya savaşı sonrası tarih, birçok şekilde, daha önceleri İngiltere, Fransa, Hollanda ve Belçika’nın elinde bulunanların ABD’nin eline geçmesi sürecidir” derken bu olguyu belirtiyor.16 Postmodernizmin, giderek berraklaşan betimlemelerine bu ülkede kavuşması doğal.
        Fredric Jameson’da postmodernizmi, askeri ve iktisadi Amerikan hakimiyeti akımının üst yapısal ifadesi ya da en azından Avrupamerkezciliğin sonu olarak niteliyor. 17
        İkinci Dünya Savaşından beri Avrupa’nın dünya üzerinde kurduğu egemenliğin sona erdirildiği ve sömürgecilikten! Kurtuluş dönemi olduğunu söyleyen postmodern E.Gellner, sömürgeciliğin Avrupa’ya ait ve olgusalcılıkla el ele gittiğini belirterek sömürgeciliğin bitişinin de yorumsayıcılıkla el ele gittiğini ve postmodernizmle doruğa ulaştığını söyler.18 Gellner postmodern kültürü haklılaştırırken görevini yapıyor. Böylece bir çırpıda yeni sömürgeci postmodernizm, sömürgecilikle özdeşleştirdiği-ki zaten başından beri öyledir- modern Batı Avrupa’nın geçmişinden kendini ayırmış oluyor. Daha açıkçası Batı Avrupa’nın iç pazarı koruyan milli sisteminden. Burada aslında Avrupa Birliği’nin daha doğrusu milli devletlerinin de fiilen tehlikede olduğu görülebilir. ABD tarafından sulandırılmış geniş Avrupa Birliği projesi buna örnek verilebilir.
      Özel çıkar sisteminin yapısal karakteri olan üretimle tüketim arasında denge kuramayarak darboğaza girmesi onu diğer ülkelerin milli pazarlarında tam denetim kurma çabalarına yöneltir. Böylece sistem, bu pazarı yapay biçimde genişletmek ve tam tekel kurmak için milli devletler üzerinde artan bir baskı oluşturur. İşte postmodernizm, can çekişen kapitalizmin tekelci kültürü olarak bu baskıyı haklılaştırır, yol yordam verir. Bunu kolaylaştırmak için de milli kültürle beslenmiş insanın gözünün üzerine özgürlük, barış bandını çeker. Daha doğrusu tüm insanlığı özgürlük makarasına sarar. Özgürlük bu andan sonra artık milli devletler üzerindeki baskıya dönüşür. Ortaçağın alttan alta yaşayan bütün etnik ve dini yapıları canlandırılır. Millet kültürü demokrasi, özgürlük, değişim nakaratlarıyla dağıtılır. Göreli bütünleşmiş iç pazar ayrı bölgesel bütünleşmeler içine itilir. Günümüzde onun tüm çabasının aslında kendi tekelci sisteminin ekonomik, siyasal dağılmasını önlemek, ömrünü uzatmaya yönelik olduğu çok açıktır.
       Tek dişi kalmış canavarın bu düşündüklerini gerçekleştirme olasılığı ise çok tartışılabilecek bir konudur.
         S. Amin şöyle diyor: “bugün ABD ekonomisi akıl almaz derecede biçimsizleşmiş durumda. Askeri harcamalardaki hatırı sayılır düzeyde bir indirim ülkeyi 1930’lardakine benzer bir krize zorlayabilir. 1930’lardaki krizi İkinci dünya savaşında ve sonrasında aşırı silahlanma sayesinde aşabildiğine dikkat çekiyoruz. Ekonomik faaliyetin üçte biri doğrudan veya dolaylı olarak militer komplekse bağlı. (Bu orana sadece Brejnev dönemi Sovyetler Birliği ulaşabilmişti.) Hegemonyanın karşılığı var, özellikle de bunu dünya parası olarak dolar sağlıyor.”19  Doların uluslararası ödemelerde kilit para oluşu, dış ödemeleri sürekli ve büyük miktarlarda açık veren ABD’ye büyük avantaj sağlıyor. Açıkları sürekli para basarak kapatmak mümkün olabiliyor. Talepleri olan para(spekülatif sermaye) dolaşımının serbestleşmesi sonuçları itibarıyla onlar için kısa vadeli kârdan öte tam egemenliğe giden süreçte milli devletlerin istenildiği zaman oluşturulan krizlerle yönlerinin değiştirilmesi, denetiminin zayıflatılarak sonlarının hazırlanmasıdır. Günümüz açısından düşünürsek ABD’nin her alanda Yunanistan’ı kendine mecbur duruma iten tutumu ortadadır. Postmodernizme boşuna her şeyin sonunun kültürü demiyorlar.
      F.Jameson’un deyişiyle ‘postmodernizm gerçeğinin temel objesi olan çok uluslu şirketlerin dünya mekanında’20 yaşanılan krizler dolayısıyla yeni bir dünya düzeni oluşturulmaya çalışılmaktadır. İşte ötekine yönelişlerine yansıdığı biçimiyle bu çabanın kültürüdür postmodernizm. Daha açıkçası emperyalist sistemin kendi krizini ezilen ülkelerin üzerine yıkma kültürüdür.
       S.Huntington, azınlık kültürlerine söz hakkı çağrılarına yönelişi şöyle belirtiyor. 1950’ler ve 1960’larda Amerika’da entellektüeller ve politikacılar “çok kültürcülük ideolojisini” teşvik etmeye başladılar.21 İşte böyle, sistem çevresinde milli devletleri bu biçimde çözerek sona hazırlıyor.
        Krishan Kumar, ‘postmodern düşüncenin bir boyutunun fanatik milliyetçilik ya da bölgecilik potansiyelini teşvik edebilmesine karşılık, diğer bir boyutu herhangi bir milliyetçilik ya da bölgecilik türünü başka tüm milliyetçilik ve bölgecilik çeşitlerinin gelişip serpilme hakkına sahip olduğunu kabul etmeye zorladığını’ belirtiyor.22 Görüldüğü gibi o, sömürgeci zorun, köleleştirmenin, kan ve gözyaşının kültürüdür. Onun mantığında milli devlet, kendi dışında denetlenen etnik bölge bulunmuyor, kabul edilmiyor.
        Milli devletlerin, emperyalistlerin denetlemek istediği coğrafyalar için ekonomik, siyasal, kültürel en büyük engel oldukları çok açık. Dolayısıyla milli devletlerin, milli coğrafyaların kültür ve ideolojisi, emperyalizmin kültürü ve ideolojisi olan postmodernizmin en temel kaygısıdır. Doğal ki bu olgu, milli kültürle emperyalist kültür arasındaki savaşım olarak kendini gösterir.
         Ellen Meiksins Wood kapitalizmle savaşımda en etkili aracın ulusal devletler, ulusal ekonomiler olduğunu belirtiyor.23 Demek ki postmodernizminde milli egemenlik ve bağımsızlıkla, bütünlükle ilgili bütün değerlere karşı bir mücadelesi söz konusudur. Öyleyse postmodernizmin, vazgeçilmez koşul olarak öne sürdüğü, dayattığı milli devleti, milli ekonomiyi felç eden talepleri milletlerarası sermayenin kültürel, ideolojik saldırısı olduğu söylenmelidir.
        Milli bağımsızlığın ve direncin ön koşullarından olan devlet işletmelerine yönelik saldırı da devletsizleştirme programı hedefine yöneliktir. Bunu görüyoruz. Buna direnerek milli devleti yeniden oluşturabilecek kuvvetleri de yaşayarak öğreniyoruz. Evet, milli piyasalardaki rakipler yok edilmelidir. Onlar zaten hantal yapılardır. Gelişmenin önündeki -yani tekellerin gelişmesinin önündeki- engellerdir. Ne hikmetse özelleştirme yoluyla devletin mali ve ekonomik kuruluşları satılırken bunlar çoğunlukla devletlerden daha büyük mali güce sahip tekellerin eline geçer veya denetimine girer. Dolayısıyla emperyalizmin ezilen ülkelere dönük köleleştirme programı olan özelleştirme, devleti yavaş yavaş dağıtmaktan, halkını milli devlete karşı kara kalabalıklar, bilinçleri bulanmış, soluksuz kalmış köleler olarak kalkışmaya itmekten, onları vatansızlaştırarak kullaştırmaktan, devleti emperyalizmin en son müdahalesine karşı tamamen silahsız bırakmaktan başka bir anlama gelmez.
        Postmodernizm devletin halkçılık diye bir programının kalmaması için devleti halktan, halkı devletten ayırır. Milli bilinci bulandırır. Postmodern mandacılığın halkı fethetmesine çalışır. Bu süreçte milli devlet karşıtı ortaçağ kültürleri de bilinç değişimin aracı olarak ortaya çıkarılır.
       Amerikalı kültür tarihçisi Bernard Rosenberg de yayınladığı “Mass Culture, New York 1957” de postmodern terimini yeni bir kültürel oluşum olarak, kapitalist(emperyalist) küreselleşmenin yani milli devletlerin bağrını sonuna kadar tekelcilere açmasını haklılaştıran kültürünü ifade edecek biçimde kullanır. Postmodern insan bu kültürün ürünü olan insandır.24 ABD önderliğinde küreselleştirme de denilebilecek bu süreçte postmodern kültür, ‘estetik tefekkür ya da düşünsel çalışmadan ziyade cinsellik ve uyuşturucular aracılığıyla duyarlığın yeşertilmesinin tercih edilmesi, “gerçeklik ilkesi” karşısında “haz ilkesinin” hak iddialarını yükselten’25 bir saldırı içine girer. Sistemin çürümüşlüğünün üstü malzeme kalmayışından olsa gerek ancak daha büyük bir çürümüşlükle örtülebiliyor. Onun anladığı anlamdaki özgürlük budur.
       Leslie Friedler’in de modernizmle hesabı olduğu görülüyor. O, “Yeni Mutantlar”(1965) başlıklı yazısında yeni hareketlerin basitçe “post-Modernist olmakla kalmayıp aynı zamanda post-Hümanist, post-Protestan, post-Beyaz ve post-Erkek 26 olduğunu belirtir. Modernizmin akılcılığına ve gerçekçiliğine karşı postmodernizmin aklı yadsıyan ve duygusal olduğunu haykıran özelliğini alkışlar.27 Biz de bütün bu söylemlerde sistemin çürümüşlüğünün üzerinin örtülmesinden, çürümüşlüğü sapıklığa varan duygusal! çıkışlarla haklılaştırma çabasından başka bir şey görmüyoruz.
        K.Kumar’ın deyişiyle postmodernizmin Amerikalı peygamberlerinden İhab Hassan modernizmde “Yetke” ilkesini, postmodernizmde ise “Anarşi” ilkesini görür ve postmodernizmin başkaldırıya eğilim gösterdiğini belirtir.28 Kime baş kaldırılacağı çok açık… Onun belirlenmemişlik ilkesi oluşumun bozulması, süreksizlik; içkinlik ilkesi ise dağılma, parçacıklara ayrılmayı içerir. Her halükarda hem belirlenmemişlik hem de içkinlik aynı amaca, yetke karşısında anarşiye, “birin karşısında öncelikli olduğunu ortaya koyan bir çoka” eğilim gösterir.29 Ekleyecek bir şey var mı bilmiyoruz.
        Yalnız şunu belirtebiliriz ki 1960 yılına varıldığında ABD’nin yabancı ülkelerdeki yatırımları dünya toplamının hemen hemen %60’ıdır.30 1965’e varıldığında ise bütün endüstrilerde yabancı ülkelerde kurulan ortaklıkların satışları ABD’de bulunan fabrikaların ihracatını aşmıştır. Eisenhower 1953 yılında dış politikalarının ciddi ve açık amacının, yabancı ülkelerdeki yatırım için konuksever bir ortamın yaratılması olduğunu belirtiyor.31 Yani konuksever! Ülkenin kaynakları, tüm coğrafyası, artık devleti demeyelim ABD’nin manda valisi olsa gerek bunun için sınırları sonuna kadar açmalıdır. Bütün bu düşünceler ülkemiz açısından düşündüğümüzde günümüzde kuvveden fiile çıkmamış mıdır?
       1960’larda Jacques Derrida, Michel Foucault ve Roland Barthes dil, politik tarih, felsefe ve okuma edimi konularına postmodern bir yaklaşımla eğilirler. 1970 sonlarında Jean-François Lyotard toplum tarihini, Jean Baudrillard sosyoloji sosyal psikoloji ve iletişim dallarını bu açılardan irdeler.32
        1990 yılından sonra ise 1970’li yılların ortalarından beri Sovyetler Birliğiyle süren denge durumunun ABD emperyalizmi lehine bozulmasıyla onun postmodern kültür ve ideolojisi de artık dünya çapında eylem dönemine girer. Şimdiye kadar ezilen ülkelerde sürekli kapıkulu olarak beslenen, okşanarak desteklenen kalemşorların, tarikatların ve cemaatlerin, küçük etnik gurupların eylemlerini bir üst aşamaya sıçratmalarının zamanı gelmiştir. Gemi azıya almış terör altın çağını yaşamalı Milli devlet, milli piyasa yıkılmalıdır.

1-G.Şaylan, Postmodernizm, İmge Kitabevi, 2. Baskı, Ankara 2002, s.30

2-V.I.Lenin, Emperyalizm, çeviren: Cemal Süreya, Sol yayınları, 6. baskı Ankara 1978, s.28
3-Peter Drucker, Yeni Gerçekler, çev.Birtane Koranakçı, Türkiye İş Bankası yayınları, Ankara 1991, s.6
4-Aktaran Krishan Kumar, Çağdaş Dünyanın Yeni Kuramları, çeviren Mehmet Küçük, Dost kitabevi yayınları, Ankara 1999, s. 132.
5-Ali İsra Güngör, Vatikan Misyon ve Diyalog, Alperen yayınları, 2. Basım, Mart 2002, s.52
6-V.I.Lenin, a,g,e, s.27
7-Aktaran K. Kumar,a.g.e, s.176 dipnot.
8-G.Şaylan, Postmodernizm, İmge Kitabevi, Ankara 2002, s.30.
9-Muhammad Said al-Ashmawy, İslam’a Karşı İslamcılık, Milliyet yayınları, İstanbul 1993, s.64
10-Der. Ellen Meiksins Wood-John Bellamy Foster, Marksizm ve Postmodern Gündem, Ellen Meiksins Wood, Postmodern Gündem Nedir? Ütopya Yayınları, Ankara 2001, s.7
11-V.İ.Lenin, a.g.e, s.129
12-Bkz. Ziyaüddin Serdar, Postmodernizm ve Öteki, Batı Kültürünün Yeni Emperyalizmi, Söylem yayınları, İstanbul 2001, s.11
13-John Bellamy Foster, Emperyalizmin Yeniden Keşfi, Devin yayıncılık, Türkçesi: Çiğdem Çidamlı, İstanbul 2005, s.110
14-A.g.e, s. 111
15-Bkz. Ellen Meiksins Wood-John Bellamy Foster Marksizm ve Postmodern Gündem, çev. Ahmet Fethi, Ellen Meıksins Wood, Postmodern Gündem Nedir? Ütopya yayınları, Ankara 2001, s.10
16-Sweezy, Baran, Madoff. Çağdaş Kapitalizmin Bunalımı, Bilgi yayınevi, Ankara 1975, Harry Magdoff, Yeni Emperyalizm, s.159
17-Aktaran Necmi Zeka, Postmodernizm, derleme, s.10
18-Ernest Gellner, Postmodernizm İslam ve Us, Çev. Bülent Peker, Ümit Yayıncılık, Ankara 1994, s.46
19-Samir Amin, Değişim Halindeki Dünya Sistemi, çeviri. Fikret Başkaya, Özgür Üniversite Defterleri, 1 Nisan 2000 Ankara, s.69
20-A.g.e, F.Jameson, s.116 ve Ellen Meiksins Wood-John Bellamy Foster, derleme, Marksizm ve Postmodern Gündem, çev. Ahmet Fethi, Fredrick Jameson, Fiilen Varolan Marksizm Üzerine Beş Tez, Çeviren Metin Çulhaoğlu, s.165
21-Samuel P. Huntington v.d.. Medeniyetler Çatışması, der. Murat Yılmaz, Vadi Yayınları, Yedinci basım, Ankara 2002, s.77-78
22-Krishan Kumar, Çağdaş Dünyanın Yeni Kuramları, çeviren Mehmet Küçük, Dost kitabevi yayınları, Ankara 1999, s. 228.
23-2000’li Yıllara Girerken Kapitalizm, der. ve çev: A.B.Kafaoğlu, Kaynak yayınları, İstanbul 2000. Mutsuz Aileler, Küresel Kapitalizm ve Ulus-Devlet, s.23
24-Gencay Şaylan, Postmodernizm, Ankara 2002, s.31
25-Krishan Kumar, a.g,e, s. 133
26-A.g.e, s. 133
27-A.g.e, s.133
28-A.g,e, s. 134
29-A.g.e, s. 134
30-Sweezy, Baran, Madoff. Çağdaş Kapitalizmin Bunalımı, Bilgi yayınevi, Ankara 1975, Harry Magdoff, Yeni Emperyalizm, s.173
31-A.g.e, Harry Magdoff, Emperyalizm Çağı, s.193
32-Dilek Doltaş, Postmodernizm ve Eleştirisi, İnkılap y. 2003, s.23











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder