KIRAN DA OLSA KIRIL DÜŞ FAKAT EĞİLME SAKIN

18 Şubat 2010 Perşembe

Tarih öncesinde uygarlık olur mu?

Tarihte uygarlık olarak nitelenen coğrafi merkezlere baktığımızda özel mülkiyetin, ticaretin, yazı ve paranın, devlet ve ordunun, siyasetin, hukuk ve ideolojinin, dinin, bilim ve sanatın gelişmişliğine tanık oluyoruz. Sümer, Mısır, Çin, Hint, Orta Asya ve Akdeniz uygarlıkları aynı zamanda toplulukların yaşamlarının yeniden üretiminde doğayı da göreli olarak egemenlik altına alarak sıçrama yaptıkları merkezlerdir. Buralar özel mülkiyetin gelişmesi sonucu insanlar arasında oluşan farklılaşma dolayısıyla bir sınıflaşmanın yaşandığı coğrafyalardır.
Sınıflar bilindiği gibi biri diğerinin emeğini mal edinebilen insan guruplarıdır. Bu gelişmenin bir devlet yapılanmasına yöneleceği açıktır. Yönetici sınıfın zor kuvveti böylece topluluğu ilerletmiştir. Açıkçası kan bağına dayalı örgütlenmenin artık gelişmeyi önlediği yerde devlet toplumu sıçratan bir rol oynamıştır. Demek ki uygarlık devletin varlığını öngörüyor. Devlet olmadan uygarlık olmuyor. İdeolojiler de toplumu oluşturan bu farklı sınıfların değerler sistemi, kendilerini yansıtma biçimi olarak ortaya çıkıyor. Açıkçası tarih uygarlıkla başlıyor ve uygarlığın insanlığın aşması gereken bir eşik olduğu görülüyor.
İşte burada kendimize bu eşikten önce, tarihten önce, yani uygarlıktan önce ne vardı sorusunu sorabiliriz.
Buna da basitçe ilk uygarlıkları niteleyen olgulara bakarak özel mülkiyet yoktu, meta ticareti yoktu, eşitsizlik yoktu, sınıflar dolayısıyla baskı yoktu, para ve yazı yoktu, ideoloji yoktu, din yoktu, bürokrasi yoktu, halktan ayrı bir ordu, kısaca devlet yoktu biçiminde cevap verebiliriz.
Bunların yokluğundaysa ancak kan bağına dayalı ilkel ortaklaşmacı boy(kabile) ilişkileri söz konusu olabilir. Boy(kabile)topluluklarının yaşamlarının yeniden üretimi onların kültürlerini oluşturuyordu. Bu kültürel üretim aynı zamanda inanç sistemlerini, totemizmi geliştirmiştir. Öyleyse tarih öncesinde uygarlık değil topluluğun gelişmesine bağlı kültürün aşamaları vardı. Bu aşamalar aynı zamanda toplulukların doğa üzerindeki egemenliğinin ölçüsünü de gösteriyordu. Onların maddi ve manevi olsun değerlerini yansıtıyordu.
Sözü daha fazla uzatmadan uygarlık ve kültür ayrımını, insanlığın uygarlığa geçerken yaşadığı farklılaşmada çok güzel yansıtan bir Sümer şiiriyle bağlayalım.

Eskiden yılanın olmadığı,
Akrebin olmadığı bir devir vardı,
Sırtlan yoktu, aslan yoktu;
Ne vahşi köpek vardı ne kurt;
Ne korku vardı ne dehşet;
İnsanın rakibi yoktu.

Eskiden Şubur ve Hamazi ülkelerinin
Bunca(?) dilin konuşulduğu Sümer’in
Tanrısal yasalı büyük prens ülkesinin,
Uri’nin gerekli her şeyi sağlanmış ülkenin
Güvenlik içinde dinlenen Mortu ülkesinin
Bütün evrenin birlik içindeki halklarının
Enlile tek bir dilde saygı sundukları bir devir vardı

Ama sonra, Efendi Baba, Prens Baba,
Enki, Efendi Baba, Prens Baba, Kral Baba,
Öfkelenen(?) Efendi Baba, Öfkelenen(?) Prens Baba, öfkelenen Kral Baba… 1

1-Samuel Noah Kramer, çev.Kaan İren, Kabalcı yayınları, ist.1992, s.133

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder