KIRAN DA OLSA KIRIL DÜŞ FAKAT EĞİLME SAKIN

8 Mayıs 2010 Cumartesi

LİBERAL AKADEMİSYENLERİN AKADEMİK DURUMLARI

Siyaset Kahvesi sitesinden Ezel Kara, son dönemde televizyon ve gazetelerde uzun söylevler veren liberal akademisyenlerin akademik durumunu değerlendirdi. Kara, bunun için söz konusu akademisyenlerin uluslararası saygın bilim dergilerinde çıkan makalelerinin sayısını araştırma konusu yaptı. Kara'nın vardığı sonuç içler acısıydı.


İşte Ezel Kara'nın o araştırması:

”Köşe yazılarında ve televizyonlarda boş işkembeden bol bol atanları hepimiz görüyoruz, biliyoruz. Ekonomi politikası konusunda ahkâm kesenler, siyaset bilimi bilgisiyle döktürenler, dış politika ve AB-ABD ile ilişkilerimiz konusunda uzun uzun maniler düzenler….Hemen her konuda bilgi ve fikir sahibi olduğu iddia edilen tonlarca boş insan, hemen her gün, bilimum yerde karşımıza çıkıyor.

Bunların bir kısmı, henüz bıyığı terlememiş üç beş cahil genç; birilerinin işine gelen şeyleri söyledikleri için, bol bol öne sürülüyor, öne sürüldükçe de palazlanıyorlar. Bunları bu siteye ve TEKEL işçilerine sataşmalarından tanıyoruz.

Bir kısmı gazeteci, televizyoncu, medya şarlatanı. Meslekleri gereği, zaten sırf ekranda, gazeteler ve dergilerde boy gösterdikleri için maaş alan, atıp tutan insanlar.

Ama bunların bir diğer kısmı ise akademisyen. Ya da Akademi’ye haksızlık etmeyelim, “akademisyen olduğunu iddia eden” diyelim. Hani bu ekranda gözüktülerinde, ekranın alt köşesinde Prof. Dr…….., Doç Dr…, X Üniversitesi Öğretim Görevlisi yazan tiplerden bahsediyorum. Her şeyi herkesten daha iyi bilen, akademik titrini her fırsatta kullanmaktan sakınmayan tipler.

Hiç merak ettiniz mi acaba bu kişilerin kullanmaktan gurur duydukları akademik titre yakışan akademik çalışmaları var mı diye? İşte ben bunu merak ettim ve ufak bir araştırma yaptım.

http://scholar.google.com muazzam bir akademik arama motoru. Bir kişinin ismini soyadını giriyorsunuz, kendisinin akademik çalışmalarını, özellikle de bilimsel dergilerde yayınlanmış makalelerini, konferans tebliğlerini hemen sıralayıveriyor. Ben de işte kimi yetkin(!) akademisyenlerimizin adlarını bu arama motorunda bir aratayım dedim. Öyle ya, bu akademisyen zatlarımız, her gün ekranlarda, gazete köşelerinde kendilerine yer bulduklarına göre, uluslararası bilim camiasında da büyük kabul gören insanlar olmalılar değil mi? Çoğu da Profesör, Doçent gibi titirleri büyük bir gururla taşıdıklarına göre, şöyle bir en az 10-15 uluslararası akademik makaleye imza atmış olmalarını ve bu makalelere şöyle bir 15-20’şer atıf yapılmış olmasını beklememiz çok da abartılı olmaz sanırım.

Evet, sırayla tarama sonuçlarını yazmaya başlayayım. Ancak, bunları sıralamadan şöyle de bir uyarıda bulunayım. Bu taramalarda bazen, Radikal, Hürriyet Gazeteleri gibi gazetelerde yayınlanmış köşe yazıları ve her isteyenin bir kitabevi ya da matbaaya parayı bastırıp yapabileceği üzere, kimi köşe yazılarının birleştirildiği kitaplara rastlayabiliyorsunuz. Ben bunları aramalarımda kapsam dışı bırakıyor ve sadece uluslararası akademik dergilerde yapılmış yayınlara ve bu yayınlara yapılan atıflara bakıyorum.

Prof. Dr. Erol Katırcıoğlu: 2 uluslararası akademik dergide yayınlanmış makale, 0 atıf.

Prof. Dr. Mümtaz'er Türköne: 0 uluslararası akademik dergide yayınlanmış makale

Doç. Dr. Mehmet Ufuk Uras: 0 uluslararası akademik dergide yayınlanmış makale

Prof. Dr. Mehmet Altan: 0 uluslararası akademik dergide yayınlanmış makale (Lütfen Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görev yapan Mehmet Altan’ın makaleleriyle iktisat profesörü Mehmet Altan’ı karıştırmayalım.)

Prof. Dr. Eser Karakaş: 1 uluslararası akademik dergide yayınlanmış makale, 0 atıf.

Dr. Şahin Alpay: 1 uluslararası akademik dergide yayınlanmış makale, 1 atıf

Doç Dr. Deniz Gökçe: 0 uluslararası akademik dergide yayınlanmış makale.

Prof. Dr. Mithat Sancar: 0 uluslararası akademik dergide yayınlanmış makale

Yorum sizin.”



--

Alp Oğuz TURAN

Gönderen: Gülriz Yalçın

24 Nisan 2010 Cumartesi

OTUZUNCU TABLET, BASTİL

Ben Bastil! Devrimin meydanıyım. Söz bende
Burada bekliyorum Fransanın rahminde,
Burada bekliyorum, yüz elli yıldır, yüreğim elimde.
Bakmayın üzerimde gezen kuru kalabalığa,
Öyle yalnızım, öylesine sıkılıyor ki canım, ah
Beynimi kemiriyor, ciğerlerimi yiyor kendi yurttaşım.
Meydan dolusu öfke içimde, meydan dolusu kin,
Velakin, çok heyecanlıyım bugünlerde...
Devrimciler gelecek diyorlar, Türk devrimcileri,
Öyle özledim öyle özledim ki kanat açmış sözleri:
Asyanın isyankar çocuklarını bekliyorum.
Doğunun arslanlarını bekliyorum: Doğuyu ve arkadaşlarını.
Yolu aç polis, çek elini savcı, kenara çekil tetikçi,
Taçlandırsın Paris'i bayrakların kardeşliği.
Ey süslü parlementer!   Hiç duydun mu adını Genç Türkler'in?
Utanıyorum senden çünkü Fransız adı taşıyorsun,
Utanıyorum senden: İçiyorsun Monteskiyö'nün içtiği kadehten.
Basit neon ışıklarından utanıyorum senin.
Bekliyorum, ne zaman bulacak Fransa kendi fikrini?
Nerede özgürlük için canını veren yurttaş?
Temmuzun çocuklarına ne oldu, atardamar durdu mu?
Yüzüm Ruso'nun yüzü, kalbim Robespiyer'in kalbi
Cezayir'de kurşuna dizildi liberte ve egalite ve
Kardeşliği boğdunuz Atlantiğin dibinde...
Şırrak şırrak diye inerdi giyotin, ebedi eşitlik için
Bebeklerin başı için düşürdüm kıralların  başını sepete!
Jak Şirak! Amerikanca konuşmayı bırak,
Başını kaldır da gözlerimdeki ateşe bak:
Vive la Commune! Vive la Commune! Ya İstiklal ya Ölüm

                                                          Hüseyin Haydar

21 Nisan 2010 Çarşamba

Milletimiz Tarihimizin Kazınmasına Bir Devrimle Cevap Verecektir...

         Müzelerimizden "Kurtuluş Savaşı" adı çıkartıldı. Karar Resmi Gazete’de yayınlandı.
Bakanlar Kurulu kararıyla müzelerimizden "Kurtuluş Savaşı" adı çıkartıldı ve karar 7 Nisanda Resmi Gazete’de yayınlandı.
         Kararda DPT’nin önerisi olduğu dışında hiçbir açıklayıcı bilgi yok. Neden ve hangi gerekçeyle bu karara gerek duyulduğu hiçbir şekilde belirtilmiyor. Bu da yeni bir "barış açılımı" mı sorusu akla geliyor!
         BİZİM ANADOLU Gazetesi’nin haberine göre, 7 Nisan 2010 Çarşamba tarihli Resmî Gazete’de aşağıya aynen aktadığımız merak uyandıran / ilgi çekici bir Bakanlar Kurulu Kararı yayınlandı. Görüleceği üzere, Devlet Planlama Teşkilatı sanki asli görevi bu imiş gibi bir tasarrufla ve Devlet Personel Başkanlığı’nın da yamaklığında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın uhdesinde bulunan taşra müzelerindeki "Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Müzeleri Müdürlüğü" adından "Kurtuluş Savaşı" ibaresinin çıkartılmasına karar vermiş, ve bu karar Cumhurbaşkanlığına dek tüm sivil Yürütme Erki’nce uygun bulunarak onaylanmış, Resmi Gazete’de yayınlanarak resmiyet kazanmış, yürürlüğe girmiştir.
        Yürütme Erki’nin bu kararının neden ve hangi gerekçeyle alındığının kamuoyunda merak uyandıracağı açıktır. Merak ettik bu kararın gerekçesi nasıl dillendirildi ve hangi nedenlerle, gerekçelerle uygun görüldü, onaylandı?
        Yürütme Erki’nin "Kurtuluş Savaşı"mıza muhabbet beslemediği, hatta bunu bir "geriye gidiş" olarak değerlendirdiği bilinen Atilla Yayla, Zaman gazetesi, Taraf gazetesi ve benzeri kişi ve çevrelerin telkinleri doğrultusunda mı bu yeni "barış ve sivilleştirme açılımı"nı yaptığı sorusu akla gelmiştir?
        Yoksa bu da Brüksel’in AB’ye üyelik için önümüze çıkarttığı yeni bir önşart mıdır?
        Turizm Bakanlığı bu kararla Atina’ya daha da şirin gözükeceğini ve daha fazla Yunan turist çekeceğini mi ummaktadır? Yoksa bu da komşularımızla sıfır sorun diplomasimiz doğrultusunda yeni bir "barış açılımı" mıdır?
        "Kurtuluş Savaşı" adı komşularımızla aramızda "sorun" mu yaratmaktadır? Devlet Planlama Teşkilatı, ekonomi ve kalkınmadan elini kolunu çektiğinden beri boş boş durmaktansa bu işlere mi artık müdahil olmakta, Kurtuluş Savaşı’nın tarihimizden, ulusumuzun belleğinden nasıl silineceğini mi planlamaktadır? Müzelerimizden "Kurtuluş Savaşı" adının çıkartılmasına neden gerek duyulmuştur?
       30 Ağustos Zafer Bayramı hakkında dile getirilen "sivilleştirme" niyeti ve "ulusal bayramlarımızı kaldırma" tasarısının bir ön grişimi midir?
        İşte Resmi Gazete’de yaınlanan karar:


Sayı : 27545
7.04.2010

BAKANLAR KURULU KARARI
Karar Sayısı : 2010/251

Kültür ve Turizm Bakanlığının taşra teşkilatında yer alan Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Müzeleri Müdürlüğünün adının Cumhuriyet Müzesi Müdürlüğü olarak değiştirilmesi; Devlet Planlama Teşkilatı ile Devlet Personel Başkanlığının görüşlerine dayanan Kültür ve Turizm Bakanlığının 24/2/2010 tarihli ve 398758 sayılı yazısı üzerine; 27/9/1984 tarihli ve 3046 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (d) bendine göre, Bakanlar Kurulu’nca 11/3/2010 tarihinde kararlaştırılmıştır.

Abdullah GÜL
CUMHURBAŞKANI

Recep Tayyip ERDOĞAN ve Bakanlar kurulu...

Behiç Kılıç'ın 19 Nisan 2010 tarihli yazısından. Başlık bizim.
Gönderen:Cengiz Yalçın

20 Nisan 2010 Salı

Mustafa Kemal'in Subayının Çığlığı

       “Atatürk’ten, yarattığı devrimlerden koparılmak istenen koşullarda yaşıyoruz, yaşatılıyoruz. Mustafa Kemal düşüncesi en tehlikeli biçimde sorgulanıp zehirlenmektedir. İnsanlık tarihinde olağanüstü bir uygarlık devrimi gerçekleştirmiş kişiyi yıkmak isteyenlerin amacına hizmet edilmektedir.
       Telefon tapelerimde, tarihi yaşayan, yaratan ve yazan ebedi önderimizin eseri TC kuruluş destanı Nutuk, daha uygar bir geleceği güvenceye almak için Ata’nın Afet İnan’a yazdırdığı Medeni Bilgiler, ülkemizin tapusu Lozan’ı konu edinen ve ülkenin birliğini amaç güden cümleler suç unsuru olarak, görülerek kalın ve büyük puntolarla işaretlenmiştir.
       - Nutuk’u ancak, Mustafa Kemal’in ışığından ruhları kamaşan yarasalar, Medeni Bilgiler’i ancak medeniyet düşmanı ahlak tarantulaları, Lozan’ı ancak garip ihtirasların bulandırdığı karışık beyinler suç unsuru olarak görebilir.
      Bunu yapanlar Türk milletinin kutsallarını, üzerinden destursuz geçilebilecek bir köprü mü sandılar?.. Vatanın bütün ümit ve istiklalini bağladığı gençliğin neyi görmesini istemiyorlar. Orada terör yok. ‘Ya istiklal, ya ölüm’ var! Nutuk’ta darbe yok! Kültür devrimi, bağımsızlaşma, çağdaşlaşma, demokratikleşme var.
       Mustafa Kemal sevgimiz, çizgimiz bize zehir edilmeye çalışılıyor. Çok net ifade ediyorum:.
      - Bunları buraya suç unsuru olarak koyanların görevleri beni bununla suçlayıp hapis yatırmaksa benim görevim hapis yatmaktır. Onların görevi beni öldürmekse o zaman benim ki de bu uğurda ölmektir. Hem de gözümü bile kırpmadan. Bu düşüncede olanlar sürgüne gönderiliyorsa, benim görevim umutsuzluğa kapılmadan yola çıkmaktır.
       Mustafa Kemal’in asil devletinde bunları suç kabul eden herkese sesleniyorum:
       - Zincire vursanız ellerimi ve ayaklarımı tehdit edebilirsiniz. Boynunu vurduracağım derseniz boynumu tehdit edersiniz. Avukatını tutuklarım derseniz savunmamı tehdit edersiniz. Hapiste çürüyeceksin derseniz tehdit ettiğiniz şu zavallı bedenimdir. 20 ay yattım 120 bin ay yatsam ne olur? Ömrüm zindanda bitse ne olur? Adam olan yeminine sadık kalır. Ben askerlik yeminime sadık olarak bu dünyadan göçeceğim. Beni, benliğimi, ruhumu hiçbir şekilde tehdit edemezsiniz. Bunlardan biri için bile korkuya kapılacak olursam işte o zaman tehdit edilen gerçekten ben olurum.
       Vatanını, ulusunu sevmiş olmanın bedelini ödeyen insanların ne ilkiyiz ne de sonuncusu. Ancak unutulmasın ki biz burada olduğumuz için Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti büyüklüğünden bir şey kaybetmez. Vatan sağ oldukca elbet bu mevkilere, makamlara gelip bu görevleri ifa edecek vatan evlatları bulunur. Üç tane alırsınız, her sene Harbiye’den bin tanesi mezun olur. Türk Silahlı Kuvvetleri mahkeme salonlarına sığmaz!
       Herkes bilsin ki, bizler burada nöbetteyiz. Mustafa Kemal Atatürk için her koşulda, her zamanda ve mekânda siper olacağız… O bu topraklarda hiç kaybetmedi, yine kazanacak!
       - Türk milleti adına karar veren heyetinizden Nutuk’u suç sayan bu iddianameyi tarihin çöplüğüne atmanızı talep ediyorum.

Tutuklu Kr. Plt. Teğmen. Mehmet Ali Çelebi”

Gönderen: Cengiz Yalçın

13 Nisan 2010 Salı

91 YIL ÖNCE İNGİLİZ EMPERYALİSTLERİNİN EMRİYLE İDAM EDİLEN BOĞAZLIYAN KAYMAKAMI KEMAL'İN ÇIĞLIĞINI DUYUYOR MUSUNUZ?

       Sevgili vatandaşlarım, Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki, ben masumum. Son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun adalet!
        Evet bu sözler milli şehidimiz Boğazlıyan kaymakamımız Kemal beye ait. I. Dünya savaşında ermeni çeteleri ordumuzun cephe gerisindeki faaliyetleri nedeniyle kendi halklarının tehcire tutulmalarına neden olmuşlardı. Savaşın sonunda İngilizlerin yarattığı suçlulardan biridir Kemal bey. 8 Nisan 1919' da idam edilir. 14 Ekim 1922'de ise devrimci meclisimiz tarafından milli şehit ilan edilir. Milletimiz onu unutmamıştır. Bugün de unutmadık. Mücadelesi önünde saygıyla eğiliyoruz. 

12 Nisan 2010 Pazartesi

DÜŞMANA SIRTIMIZI ASLA DÖNMEYECEĞİZ

       Bu sözler "Yıkılsın Ağalık, Yaşasın Cumhuriyet " diyen Diyarbakır Bismil Aslanoğlu köylülerinin muhtarı Mehmet Tanrıkulu'na ait.
      İşçi Parti'sinin ismini kurultayına verdiği ağalar tarafından katledilen köylü önderi yurtsever kahraman Muhyettin Öksün'de son kurşunu biterken dahi ağalara sırtını dönmemişti.
     Tanrıkulu, İşçi Partisi dışında hiçbir siyasi partinin Kürt köylüsünün Türk bayrağına sarılmasını Atatürk posterlerini taşımasına sahip çıkmadığını ve gerekirse bu vatan için bu millet için biz de göğsümüzü siper edeceğiz diyor. Cumhuriyeti yaşatmadan ne huzurdan ne de refahtan bahsedilebileceğini, ne tek ülkeden tek milletten ne de tek bayraktan bahsedebileceğimizi belirtiyor.

 
Faydalanılan kaynak: Aydınlık, 11 Nisan 2010

29 Mart 2010 Pazartesi

ABD Türkiye'de Olağanüstü Şartlara Hazırlık Yapıyor. Türk Milletinin Dikkatine...

       Kanımızca ABD şehir temsilcilikleri programının bundan başka bir yorumu bulunmuyor. Türkiye devletinden beklentilerin bitirildiği daha doğrusu varlığının bile bulunmadığı yeni bir yapının oluşturulmaya çalışıldığı görülüyor. Belirtildiğine göre İzmir, Konya ve Kayseri'mizde bulunan ABD şehir temsilcileri bu şehirlerimizdeki siyaset, eğitim ve iş önderleriyle Ankara'daki ABD büyükelçiliği arasında ilk temas edilecek şahıslar olarak görevlendiriliyor. Konya şehir temsilcisi daha önce Ankara'da konsolos olarak görev yapan Daniel Keen beyefendi hazretleri. Kayseri şehir temsilcisi ise Sarah Borenstein hanımefendi hazretleri imiş. Büyük kayıp ama İzmir şehir temsilcisi hazretlerini ise henüz bilmiyoruz.
      Bu beyefendi ve hanımefendiler ABD ile Konya, Kayseri, İzmir arasındaki bağları güçlendirmek ve bu şehirlerimizin çözüm bekleyen sorunlarını amerikan çıkarları doğrultusunda çözmek için görevliymişler. Bunun için kanaat önderlerimizden de işbirliğine dair düşünceler duymayı ümit ediyormuşlar.  Sadece kanaat önderleri mi, eğitimciler ve öğrencilerle  görüşmek içinde periyodik olarak bu şehirlerimizi ziyaret etmekle görevlendirilmişler. Zavallılar bilmezlerki karamanın koyununun otladığı bu topraklarda adamı suya götürürler susuz getirirler.